Insanlarin neden depresif olduklarina dair kesin bir yaniti yoktur.
Gribe neyin yol açtığını biliriz çünkü grip virüsü tıp tarafından tanımlanmış bir virüstür ve bu virüsün nasıl etkisiz hale getireleceğine dair çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Gelin görün ki depresyon için aynı durum söz konusu değildir.Depresyonun bir çok nedeni olabilir.depresyonla ilgili durumlarda Büyük olasilikla sunlarin bir bilesimine bagli oldugunu biliyoruz:
Genetik/kalitsal yatkinlik. Daha fazla bilgi...
Yetistirilmeniz sirasinda önemli olmus etmenler. Daha fazla bilgi...
Burada depresyonun nedenlari hakkinda biligi edinabilirsiniz:
Genlermi?
Depresyon ailesel geçis gösterebilir. Anne babaniz, çocuklariniz veya kardesleriniz yineleyici depresyon ataklari geçiriyorsa, ne yazik ki sizin de bir veya daha çok depresyon epizodu geçirme riskiniz %20dir.
Cinsiyet mi?
Kadinlarda depresyon gelisme olasiligi erkeklerdekinden iki kati fazladir.
Bununla birlikte, son yillarda gerçekte, ilk basta sanilandan çok daha fazla sayida erkegin depresyona yakalandigi, ancak kadinlara göre tedavi arayisina girmekte daha isteksiz olduklari öne sürülmektedir. Depresyon erkeklerde kendini daha farkli biçimlerde gösterir ve birçok erkek depresyona yakalandigini fark etmez. Bu da çalismalarda düsük yüzdeler bulunmasina yol açar. Erkeklerdeki depresyon üzerine daha fazla bilgi...
Sosyoekonomik durum mu?
Toplumsal statüyle depresyon arasindaki baglanti henüz nihai olarak dogrulanmamistir, ancak düsük sosyoekonomik gruptaki insanlarda depresyon gelismesi riski daha yüksek gibi durmaktadir.
Psikolojik travma mi?
Psikolojik soklara veya travmalara maruz kalmis bazi insanlar buna depresyona girerek tepki verirler.
Bazilariysa anksiyete veya alkolizmle tepki verir. Bazilarinda hiçbir psikolojik hasar olmaz. Sizin verecegin tepkiler büyük ölçüde genetik yapiniza ve kisiligine bagimlidir.
Cinsel taciz mi?
Çocuklukta cinsel tacize maruz kalmis insanlarda depresyon riski daha yüksek durmaktadir.
Bosanma mi?
Bosanmanin depresyon riskini artirip artirmadigini bilmiyoruz. Depresyona yakalanmis insanlarin bosanmis olma olasiligi diger insanlardakinden daha yüksektir, ama insanlarin bosanma yüzünden mi depresyona girdikleri yoksa depresyon yüzünden mi bosandiklarini bilemiyoruz.
Issizlik mi?
Depresif kisilerin issiz olma olasiliklari daha yüksektir. Ama insanlarin issizlik yüzünden mi depresyona girdikleri yoksa depresyon yüzünden mi issiz kaldiklarini bilemiyoruz.
Yas mi?
Yakin bir dost veya akrabanin ölümüyle depresyona girme riski arasinda kesin hiçbir baglanti olmadigini ögrenmek herhalde sizi sasirtacaktir. Yas depresyondan farkli bir durumdur, ancak çok uzun sürer veya yetiyitimi yaratirsa depresyona girebilirsiniz.
Hastalik mi?
Fiziksel hastaliklar depresyon riskini artirir. Hemen her türden hastalik depresyona yol açabilir. Bu koroner tromboz ve kanser gibi ciddi sorunlar için oldugu kadar grip gibi ufak sorunlar için de geçerlidir. Daha fazla bilgi...
hamilelikte depresyon belirtileri
Bebeginizi dogurduktan sonraki haftalar ve aylarda depresyon gelistirme riskiniz daha yüksektir. Yeni dogum yaptiginiz siralarda hem bedeniniz hem de zihninizin tamamen yeni bir duruma uyum saglamasi gereklidir. Hormonlarinizin da uyumlu hale gelmesi gerekir ki yenidogan bebeginize bakabilesiniz. Bu yasamin son derece duygusal bir dönemidir ve yaklasik on kadindan biri postnatal depresyona girer.
depresyon riskini arttıran başlıca nedenler nelerdir.
Depresyondasınız İçinize Mi Kapandınız ?
depresyon belirtileri mi gösteriyorsunuz
Depresyona girdiyseniz genellikle eşinizden uzak durursunuz. Bunun nedeni, yakınlık ve sevgiye karşılık verme yetinizin kaybolmuş olmasıdır. Ayrıca eşinizin size iyi davranacağına da inanamazsınız. Bu yüzden de hiç arzu duymazsınız.
Ama ilişki bir şeyler yapmayı gerektirir, çünkü:
* Çözmeniz gereken sorunlar
* Düzeltmeniz gereken dengesizlikler
* Açıklık getirmeniz gereken yanlış anlamalar olacaktır.
Bu bağlamda ilişkiniz birçok olumsuz düşünceyi tetikler:
* Sevdiğiniz insanı kolayca incitebilirsiniz
* Bu kadar güçlü duygusal bir bağınız olduğundan, bir şeyleri kolayca yanlış anlayabilirsiniz
Depresyondayken öfke ve düşmancıllık duygularına çok kolay kapılabilirsiniz, bu da kolayca çatışma çıkmasına yol açar. Hatta, siz veya eşiniz depresyonda ise şiddete başvurmak bile söz konusu olabilir.
Belirtileri fark ederek bunların ilişkinizi mahvetmesine izin vermemiş olursunuz. Ümitsiz olan ilişkiniz değil, bu İlişkide sizin işlevselliğinizi bozan hastalığınızdır.
Sorunların kaynağı depresyon ve belirtileridir. Ve siz bu konuda bir şey yapabilirsiniz.
depresyonun aile bireylerine etkisi
Depresyonda olduğunuzda beyninizde bir sürü şey olup biter. Depresyon merkezi sinir sisteminizi ve ruhsal durumunuzu etkiler. Yakınlaşma duyguları ve cinsel itkilerin sinyallerini beyin ilettiğinden, depresyona girdiğinizde eşinizle olan ilişkinizde bir dizi fiziksel ve psikolojik sorunla karşılaşabilirsiniz.
Başınıza dert olabilecek konuların önemlileri:
* Kolayca sinirlenme (iritabilite)
* Libido kaybı. Cinsel sorunlar hem hastalıkla hem de antidepresan ilaçlarla ilişkili olabilir.
* İnsanlardan uzaklaşma
* Suçluluk duygusu (libido azalması ve partnerin yaklaşımlarını reddetmiş olmaya bağlı)
Bunu kavramak ve eşinize “bu hastalığım yüzünden oluyor, senin yüzünden değil” demek önemlidir.
Depresyon izleyenleri sizin için daha da zorlaştırır:
* Arzu duymak
* Flört etmek
* Gösterilen olumlu yaklaşımı kabul etmek
* Olumlu yaklaşım göstermek
* İlgi göstermek
* İkna edici olmak
* Taleplerde bulunmak
* Sınır koymak
* Nahoş bir durumdan kaçmak
Bunları yapamaz olmanın nedeni genellikle:
* Moralsizlik
* Olumsuz beklentiler
* Kendinize ve başkalarına dair olumsuz bir bakış açısı
Depresyona karşı profesyonel tedavi gördüğünüzde, bu eşinizle ilişkinizdeki sorunları da ele alacaktır. İlişkinizdeki sorunları incelemek için bilişsel tedavi ilkelerini nasıl kullanacağınızı da öğreneceksiniz.
Yalnızca psiko-eğitim amacıyla olsa bile, terapi seansına eşinizi de getirmeniz önemli olabilir. Depresyon iyileştiğinde, bazı çiftlerin ek terapiye gereksinimleri olur. Bu tür durumlarda diğer eşin depresyona girmesi olasıdır. Bazıları buna “bulaşma etkisi” adını vermektedir.
Depresyonda olduğunuz sürece, asla ilişkinizle ilgili önemli kararlar vermeyin. Unutmayın ki depresyon karar verme yetinizi bozar.
Psikolojik Belirti Tarama Testi
SCL90-R PSİKOLOJİK BELİRTİ TARAMA LİSTESİ
Aşağıda zaman zaman herkeste olabilecek yakınmaların ve sorunların bir listesi vardır. Lütfen her birini dikkatle okuyunuz. Sonra bu durumun bu gün de dâhil olmak üzere son üç ay içerisinde sizi ne ölçüde huzursuz ve tedirgin ettiğini gösterilen şekilde numaralandırarak boşluk bırakılan yere yazınız.
Hiç: 0 Çok az: 1 Orta derecede: 2 Oldukça fazla: 3 İleri derecede: 4
- ____Baş ağrısı
- ___Sinirlilik ya da içinin titremesi
- ___Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler
- ___Baygınlık ya da baş dönmesi
- ___Cinsel arzu ve ilginin kaybı
- ___Başkaları tarafından eleştirilme duygusu
- ___Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri
- ___Sorunlarınızdan pek çoğu için başkalarının suçlanması gerektiği duygusu
- ___Olayları anımsamada güçlük
- ___Dikkatsizlik ya da sakarlıkla ilgili düşünceler
- ___Kolayca gücenme, rahatsız olma hissi
- ___Göğüs ya da kalp bölgesinde ağrılar
- ___Caddelerde veya açık alanlarda korku hissi
- ___Enerjinizde azalma veya yavaşlama hali
- ___Yaşamınızın sonlanması düşünceleri
- ___Başka kişilerin duymadıkları sesleri duyma
- ___Titreme
- ___Çoğu kişiye güvenilmemesi gerektiği hissi
- ___İştah azalması
- ___Kolayca ağlama
- ___Karşı cinsten kişilerle utangaçlık ve rahatsızlık hissi
- ___Tuzağa düşürülmüş veya yakalanmış olma hissi
- ___Bir neden olmaksızın aniden korkuya kapılma
- ___Kontrol edilemeyen öfke patlamaları
- ___Evden dışarı yalnız çıkma korkusu
- ___Olanlar için kendisini suçlama
- ___Belin alt kısmında ağrılar
- ___İşlerin yapılmasında erteleme duygusu
- ___Yalnızlık hissi
- ___Karamsarlık hissi
- ___Her şey için çok fazla endişe duyma
- ___Her şeye karşı ilgisizlik hali
- ___Korku hissi
- ___Duygularınızın kolayca incitilebilmesi hali
- ___Diğer insanların sizin özel düşüncelerinizi bilmesi
- ___Başkalarının sizi anlamadığı veya hissedemeyeceği duygusu
- ___Başkalarının sizi sevmediği ya da dostça olmayan davranışlar gösterdiği hissi
- ___İşlerin doğru yapıldığından emin olmak için çok yavaş yapmak
- ___Kalbin çok hızlı çarpması
- ___Bulantı ve midede rahatsızlık hissi
- ___Kendini başkalarından aşağı görme
- ___Adale (kas) ağrıları
- ___Başkalarının sizi gözlediği veya hakkınızda konuştuğu hissi
- ___Uykuya dalmada güçlük
- ___Yaptığınız işleri bir ya da birkaç kez kontrol etme
- ___Karar vermede güçlük
- ___Otobüs, tren, metro gibi araçlarla yolculuk etme korkusu
- ___Nefes almada güçlük
- ___Soğuk veya sıcak basması
- ___Sizi korkutan belirli uğraş, yer veya nesnelerden kaçınma durumu
- ___Hiç bir şey düşünmeme hali
- ___Bedeninizin bazı kısımlarında uyuşma, karıncalanma olması
- ___Boğazınıza bir yumru takınmış hissi
- ___Gelecek konusunda ümitsizlik
- ___Düşüncelerinizi bir konuya yoğunlaştırmada güçlük
- ___Bedeninizin çeşitli kısımlarında zayıflık hissi
- ___Gerginlik veya coşku hissi
- ___Kol ve bacaklarda ağırlık hissi. Aşırı yemek yeme
- ___Ölüm ya da ölme düşünceleri
- ___Aşırı yemek yeme
- ___İnsanlar size baktığı veya hakkınızda konuştuğu zaman rahatsızlık duyma
- ___Size ait olmayan düşüncelere sahip olma
- ___Bir başkasına vurmak, zarar vermek, yaralamak dürtülerinin olması
- ___Sabahın erken saatlerinde uyanma
- ___Yıkanma, sayma, dokunma, gibi bazı hareketleri yineleme hali
- ___Uykuda huzursuzluk, rahat uyuyamama
- ___Bazı şeyleri kırıp dökme hissi
- ___Başkalarının paylaşıp kabul etmediği inanç ve düşüncelerin olması
- ___Başkalarının yanında kendini çok sıkılgan hissetme
- ___Çarşı, sinema gibi kalabalık yerlerde rahatsızlık hissi
- ___Her şeyin bir yük gibi görünmesi
- ___Dehşet ve panik nöbetleri
- ___Toplum içinde yer, içerken huzursuzluk hissi
- ___Sık sık tartışmaya girme
- ___Yalnız bırakıldığınızda sinirlilik hali
- ___Başkalarının sizi başarılarınız için yeterince takdir etmediği duygusu
- ___Başkalarıyla birlikte olunan durumlarda bile yalnızlık hissetme
- ___Yerinizde duramayacak ölçüde rahatsızlık hissetme
- ___Değersizlik duygusu
- ___Size kötü bir şey olacakmış hissi
- ___Bağırma ya da eşyaları fırlatma
- ___Topluluk içinde bayılacağınız korkusu
- ___Eğer izin verirseniz insanların sizi sömüreceği duygusu
- ___Cinsiyet konusunda sizi çok rahatsız eden düşüncelerin olması
- ___Günahlarınızdan dolayı cezalandırılmanız gerektiği düşüncesi
- ___Korkutucu türden düşünce ve hayaller
- ___Bedeninizde ciddi bir rahatsızlık olduğu düşüncesi
- ___Başka bir kişiye karşı asla yakınlık duymama
- ___Suçluluk duygusu
- ___Aklınızda bir bozukluğun olduğu düşüncesi
Depresyonda Psikoterapi
Psikoterapide kişi, ya tek başına bir psikoterapistle ya da bir grup içinde 1-2 psikoterapistle sorunu hakkında konuşur. Farklı kuramsal yaklaşımlara temellendirilmiş çok sayıda psikoterapi türü vardır. Bunların bazıları pek çok uzman tarafından yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bir kısmı da henüz pek denenmemiş, alışılmışın dışındaki psikoterapi türleridir. Ancak bazıları da yaşanan bu olumsuz duygulanımı (depresyonu) arttırabilir. Bazen ilaç tedavisinin depresyonun tedavisinde tek başına yeterli olduğu görülebildiği gibi, psikoterapide kendi başına çok olumlu sonuçlar verebilmektedir. Bazı durumlarda da psikoterapinin bir ilaçla birleştirilmesi daha yararlıdır. Aşağıda bazı psikoterapi türleri ve temel kuramlara genel anlamda değinildikten sonra ‘Depresyonda Bilişsel-Davranışçı Tedavi Yöntemleri' detaylı olarak açıklanacaktır.
Psikodinamik Psikoterapi
Depresyonun kişilerarası doğası depresyon üzerine yazılan en erken psikanalitik yazılarda belirlenmiş, özdeğer oluşumunun merkezi önemi üzerinde önemle durulmuştur. S.Freud, ‘Yas ve Melankoli' adlı eserinde, yaşamın erken yıllarında kişinin yaşadığı kişilerarası düş kırıklıklarının gelecekteki sevgi ilişkilerinde kişiyi ikileme sokacağını belirtmiştir. Erişkin yaşamdaki ya da geçmişteki kişilerarası kayıplar egoda kendine zarar verici davranışları tetiklemekte ve buda depresyon olarak ortaya çıkmaktadır. Geleneksel psikanalitik psikoterapinin amacı, basit bir biçimde belirtilerin düzeltilmesi değil, kişilik yapısında değişiklikler meydana getirmektir. Hastanın kişilerarası güven, yakınlık ve üretkenliğini geliştirmeyi, geniş bir duygulanım yaşantısına sahip olmasını ve yas yaşayabilme kapasitesinin oluşmasını amaçlar. İnsanların bir yakınlarını ya da yakın bir ilişkilerini kaybetmelerinin ardından onun yasını yaşayabilmeleri için bir ego kapasitesi, gelişmişliği gereklidir. Belirli gelişmişlik düzeyine ulaşamamış kişilerin yas yaşayabilmeleri zaman zaman olası olmamaktadır. Kişiyi bu gelişmişlik düzeyine ulaştırma da klasik psikanalizin amaçlarından birisidir. Tedavi sıklıkla, terapi sırasında kişinin yoğun anksiyeteyi ve huzursuzluğu yaşamasına yardım edebilir ki bu da genellikle bir kaç yıl sürer.
Psikanalitik psikoterapi, bilinen klasik psikanaliz ilkelerine dayanan, uzun süreli, içgörü kazanma ve kişilik yapılarının değişmesinin amaçlandığı terapidir.
Kısa Dinamik Psikoterapiler
Klasik psikanalitik yaklaşımın uygulanması çok zor, çok zaman alıcı olduğu ve ekonomik olmadığı için geçmiş 20 yılda depresyon tedavisinde bazı özgül, kısa süreli, belirli amaçlara ve hedeflere yönelik, kişilik yapılarının değişmesinin amaçlanmadığı dinamik psikoterapiler geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar belirtilerin azaltılmasını, nevrozun çözümlenmesini ve hastanın yaşam kalitesinin artmasını amaçlar.
BİLİŞSEL - DAVRANIŞÇI TERAPİ
Beck'e Göre Depresyonun Bilişsel Kuramı
Bu kuramda 4 temel öğe vardır. Bunlar :
1- Olumsuz Üçlü : Kendini, dünyayı ve yaşantıları, geleceği olumsuz algılama
2- Olumsuz düşüncelerin otomatik olarak ortaya çıkması
3- Bilgi işlemede ve algıda sistematik hataların olması
4- Temel işlevsel olmayan sayıltıların ortaya çıkması
Olumsuz Üçlü : İlk öğesi hastanın kendisini değersiz, yetersiz, ahlaken ya da fiziksel olarak özürlü olarak algılamasını kapsar. Hasta geçmişte olan olumsuz olaylardan kendisini sorumlu tutar ve başkaları tarafından beğenilmediğini düşünür. Kendinden çok şey talep edildiğini, dünyanın aşılamayacak güçlüklerle dolu olduğunu düşünür. Aynı şekilde gelecek karanlık, başarısızlıklara gebe, ümitsiz bir durum olarak algılanır.
Otomatik Düşünceler : Bu işlevsel düşünceler, hasta önceden planlamadan, yargılamadan, düşünmeden çabuk ve otomatik olarak ortaya çıkarlar. Otomatik düşünceler, doğrudan daha temel işlevsel olmayan şemaları ya da sayıltıları yansıtırlar ve hasta tarafından doğru olarak kabul edilirler. Bu düşünceler bazen o kadar çabuk oluşurlar ki hasta bunların farkında olamayabilir. Bilişsel terapide ilk başta ele alınan konulardan birsi de hastaya bu olumsuz otomatik düşüncelerini yakalamayı öğretmek ve bu düşüncelerin duygu ve davranışları nasıl etkilediğini göstermektir.
Sistematik Hatalar : Hastanın kendisini, çevresini ve geleceğini olumsuz algılamasındaki önemli etkenlerden birisi de bilgi işlemede yapılan sistematik hatalardır. Bu hatalar aşağıdaki şekilde açıklanmaktadır.
a) Seçici Algılama : Bir durumun seçici olarak belirli bir ayrıntısının algılanması, diğer önemli özelliklerin ise gözardı edilmesi. Örneğin, ‘Bu gün her şey ters gitti, hiç iyi giden bir şey olmadı'
b) Abartma : Olumsuz olayları büyütme durumudur. Örneğin, ‘Gece uykusuz kalan bir hastanın bunu bir felaket olarak düşünmesi'
c) Küçümseme : Olumlu olayları küçümseme durumudur. Örneğin, ‘Sınavdan iyi not alan bir öğrencinin ‘Bunu herkes yapabilirdi, önemli bir şey değil' demesi'
d) Aşırı Genelleme : Bir tek olaydan genel kurallar çıkartma durumudur. Örneğin, ‘Ufak bir hata yapan hastanın ‘elime aldığım hiç bir şeyi doğru dürüst yapamam' şeklinde düşünmesi'
e) Bireyselleştirme : Günlük aksiliklerden kendini sorumlu tutma durumudur. Örneğin, ‘Hastanın, kendisini görmediği için geçip giden bir arkadaşının arkasından ‘Herhalde onu kızdıracak bir şeyler yaptım' şeklinde düşünmesi'
f) Ya Hep Ya Hiç Tarzı Düşünme : Olaylar siyah-beyaz, çok kötü-fevkalade, iyi-kötü gibi uç noktalarda algılanır. Örneğin, ‘Ben bir hiçim, başarısızım'
g)Keyfi Çıkarsama : Kanıt olmadan ya da aksi kanıt olduğu halde bazı sonuçlara ulaşma. Örneğin, ‘Terapide verilen ilk ödevde güçlük çeken bir hastanın ‘Bu tedavi hiç bir işe yaramayacak' şeklinde düşünmesi'
İşlevsel Olmayan Şemalar : Bu sayıltı ya da inançlar genellikle başlangıcı çocukluk döneminde olan, yaşam boyu gelişen, oldukça değişmez ve kalıcı özelliklerdir. Bireyin ne yaparsa yapsın kendini değerli hissedebilmesi için başkalarının onayının gerektiğine inanması, başarılı sayılabilmek için her alandan başarılı olma zorunluluğunu hissetme ya da yaşamda her şeyin kontrol edilebileceğine inanma, işlevsel olmayan düşüncelere örnek verilebilir. Bu türdeki fikir ve inançlar sürekli olarak bilişsel çarpıtmalarla desteklenmektedir.
Depresyonun Gelişimi
Beck'in formülasyonuna göre, erken yaşantılar hastanın kendisi ve dünya ile ilgili bazı temel, işlevsel olmayan şemaların gelişmesine yol açar. Bu şemalar daha sonra algıları organize etmede ve davranışları yöneltmede kullanılırlar. Kişinin dünyasını yordayabilmesi ve yaşantılarını anlamlandırabilmesi normal işlev göstermesi için gereklidir. Ancak bazı sayıltılar son derece katı, uç noktada, değişime dirençli ve bu nedenle de işlevsel değildirler. Böylece depresyon gelişimine zemin hazırlarlar. Ancak tek başlarına depresyonun oluşumunu açıklamakta yetersizdirler. Sorun bireyin yaşamında şema ya da şemaları aktive eden kritik olayların meydana gelmesiyle başlar. Örneğin, ‘kişisel değer yalnızca başarıya bağlıdır' inancı başarısızlıkla karşılaşınca depresyona yol açabilir. Aynı şekilde ‘mutlu olmak için sevilmek gerekir' tarzındaki bir sayıltı redle karşılaşınca depresyonu kışkırtabilir. İşlevsel olmayan düşünceler aktive olunca ‘olumsuz otomatik düşünce' bombardımanına yol açarlar. Bu düşünceler günlük yaşantıların yorumlanması, gelecekle ilgili tahminler ya da geçmişte olanların anımsanmasıyla ilgili olabilirler. Aktivite düzeyinde azalma, geri çekilme gibi davranışsal; ilgi kaybı, hareketsizlik gibi motivasyonel; suçlanma, anksiyete, üzüntü gibi duygusal ve dikkati toplayamama, uyku bozuklukları gibi bilişsel belirtiler ortaya çıkar. Depresyon geliştikçe olumsuz otomatik düşünceler daha sıklaşır ve şiddeti artar, rasyonel düşüncede azalma gözlenir. Bu süreç, gittikçe artan ve devamlılık gösteren çökkün duygu durumla desteklenir. Böylece kısır döngü oluşur. Bilişsel davranışçı terapist bu kısır döngüyü hastaya olumsuz düşüncelerini sorgulamasını, sonra da bu düşüncelerin temelindeki sayıltılarını değiştirmesini öğreterek kırmaya çalışır.
Bilişsel Terapi İçin Hasta Seçimi
Bilişsel terapi için hasta seçiminde kullanılacak bazı kriterler bulunmaktadır :
a) Depresyonun Türü Nedir? : Beck, şiddetli , intihar eğilimi yüksek, bipolar depresyonlarda daha standart yöntemlerin (ilaç kullanımı ve hastaneye yatırma) uygun olduğunu söylemektedir. Bilişsel davranışçı tedavi endojen depresyonlarda da çok başarılı olamamaktadır.
b) Depresyonun Şiddeti Nedir? : Depresyonun şiddetinin değerlendirilmesi önemlidir. Çok şiddetli depresyonlarda hastaneye yatırma ve ilaç tedavisi düşünülebilir.
c) Hasta Olumsuz Düşüncelerden Söz Ediyor mu? : Hastada olumsuz bilişsel üçlü var mı? Ümitsizlik, intihar düşünceleri ve tedavi beklentisinin olumsuz olmasıyla ilgili düşünceler ilk açığa çıkartılması ve ele alınması gereken unsurlardır.
d) Hasta Tedavi Rasyonelini Kabulleniyor mu? : Tedavi rasyonelini kendilerine yakın görenler ve bu yöntemleri denemek isteyenler bilişsel tedaviden daha çok yararlanmaktadırlar.
e) Hasta Eşit İşbirliğine Dayalı İlişki Kurabilir mi? : Hastanı düşünce ve duygularını açıklamakta zorluğu varsa, kendi başına sorunlarını çözmesi gerektiğine inanıyorsa ya da terapistin bütün sorumluluğu almasını bekliyorsa kısa süreli bu tedaviden yararlanması oldukça güçtür.
f) Hastanın Başetme Becerileri Var mı? : Başa çıkma becerileri gelişmiş olan hastalar bu tür bir tedaviye daha çabuk cevap vermektedirler. Bunun nedeni, tedavi rasyonelini daha çabuk kabullenmeleri ya da yeni beceriler kazanmak yerine yalnızca depresyonda bozulan becerilerini yeniden kullanabilmeleri olabilir.
Bilişsel Davranışçı Tedavinin Etkinliği
Yapılan bir çok araştırmada, bilişsel-davranışçı tedavinin en az antidepresanlar kadar etkili olduğu bulunmuştur. Yirmi sekiz ayrı araştırmanın karşılaştırıldığı bir çalışmada, bilişsel-davranışçı terapinin, davranışçı, psikodinamik, yönlendirici olmayan tedavi ve diğer tedavi türlerine göre anlamlı düzeyde etkili olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada ayrıca, bilişsel-davranışçı psikoterapinin farmakoterapi kadar etkili olduğu da belirtilmiştir.
Bir çok çalışma bilişsel-davranışçı tedavinin etkili bir tedavi yöntemi olduğunu göstermekle birlikte, bazı hastaların bu tedaviye yeterince yanıt vermedikleri açıktır. Hastalığın bilişsel-davranışçı tedavinin başlangıcındaki şiddeti ve bilişsel disfonksiyonların düzeyi, bilişsel-davranışçı tedaviden yeterli sonucun alınamamasında rol oynamaktadır. Bunun dışında kronik evlilik sorunları ve şiddetli kişiler arası ilişki problemleri olan hastaların %50'sinin tedaviye yanıt vermekte zorlandıkları bildirilmiştir. Ayrıca, depresyonun yanında kişilik bozukluklarının hastada bulunmasının tedaviye yanıtı güçleştirdiği bulgulanmıştır.
Depresyona yol açan başlıca etkenler şöyledir
Uzmanlar depresyona yol açan faktörler konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da, depresyonu; birbiriyle etkileşen faktörlerin bir sonucu olarak açıklamak belki de en doğrusu olacaktır. Eğer insan beynini tüm davranışların merkezi olarak kabul edersek; biyolojik, psikolojik ve zihinsel faktörler, aynı olayın farklı tanımlanma yolları olarak görülebilir. Bu durumda biyolojik açıklamalar depresyonun fiziksel boyutunu, psikolojik açıklamalar da bu fiziksel değişmelerin bizi nasıl etkilediğini açıklar.
Biyolojik Faktörler ve Depresyon
Kalıtım
Bir çok araştırma, depresyonun nedenini insanların kalıtsal olarak atalarından aldıkları ve onları depresyona yatkın kılan ‘gen'lere bağlamaktadır. Tek kutuplu depresyon geçirmiş biriyle kan bağı olan yakın akrabalarının, depresyona girme olasılığı, kan bağı olmayanlara oranla daha yüksektir. Örneğin, tek yumurta ikizlerinde, eğer kardeşlerden biri depresyon geçirmişse, %65 olasılıkla diğeri de geçirebilir. Tek yumurta ikizleri, çift yumurta ikizlerinden daha çok risk altındadır. Ancak genetik kalıtımı, çevresel etkilerden ayrıştırmak zordur. Bunu yapabilmek için depresyon geçirmiş olan ebeveynlerin, farklı ailelerce evlat edinilmiş olan ve özellikle tek yumurta ikizi olan çocukları üzerinde araştırmalar yapmak gerekir. Bu nedenle kalıtımın rolü tam olarak netlik kazanmamıştır. Ortak görüş, kalıtsal olarak geçen şeyin hastalığın kendisi değil, yalnızca ‘hastalığa bir yatkınlık' olduğudur.
Beyindeki Değişimler
Ciddi bir depresif rahatsızlığın başlangıcından hemen önce ya da rahatsızlık sırasında, beyinde bir çok biyolojik değişmenin olduğu bulunmuştur. Bunlar hormon sistemindeki bazı değişmelerle, beynin kimyasal ve elektriksel etkinliğindeki bazı değişimlerdir. Ancak, beyindeki bu değişimler kalıcı değildirler. Rahatsızlık atlatıldıktan hemen sonra, biyolojik belirtilerin tümü kaybolur ve depresyon geçiren kişinin beyni, hayatının hiç bir döneminde böyle bir rahatsızlık yaşamamış birinin beyninden ayırt edilemez.
Beynin Elektriksel Etkinliğindeki Değişimler
Beyindeki elektriksel etkinlik, kafatası derisine elektrot yerleştirmeyi içeren ve kişiye hiç bir zarar vermeyen hassas bir yöntemle gözlenebilir. Bu işlem sırasında, beyin tarafından üretilen elektrik dalgalarının grafikleri (EEG) kaydedilir. Çalışmalar, ciddi türden depresyon yaşayan kişilerin uyku grafiklerinde, tipik değişmeler olduğunu göstermiştir. Normal, sağlıklı yetişkinlerin uyku grafiği, uykunun belli devrelere bölündüğünü gösterir. Derin uyku grafikleri, geniş, derin dalgalarla karakterize edilir ve uykuya dalınan ilk 2 saat içinde, yani uykunun başlangıcında ortaya çıkar. REM uykusu boyunca, insanlar rüya görürler ve gözleri hızlı hızlı hareket eder. Normal olarak ilk REM uykusu, uykuya dalıştan yaklaşık 90 dakika sonra gerçekleşir ve 5-10 dakika sürebilir. REM uykusu gece boyunca, aşağı yukarı her 90 dakikada bir tekrarlayabilir ve süresi gittikçe uzar. Depresyon sırasında ise, REM uykusu, uykuya daldıktan yaklaşık 25-60 dakika içinde, çok daha erken ortaya çıkar ve gece boyunca daha sık oluşur. Depresyon geçirenler sıklıkla, eskisine kıyasla daha çok ve genelde hoş olmayan rüyalar gördüklerini söylerler. Derin uykunun keyfini daha az çıkarırlar ve uyandıklarında sanki hiç uyumamış gibi, yorgunluk belirtirler. Beyindeki bu değişmelerin depresyona neden olduğu görüşünden çok depresyona eşlik ettiği görüşü yaygındır. Ancak bu değişmelerin geçici olduğu ve hastalık ortadan kalktıktan sonra tümüyle ortadan kalktığı unutulmamalıdır. Aşağıdaki tabloda depresyondaki bir hastanın tedavi öncesi ve sonrası beyin grafiğindeki değişimler görülmektedir.
Hormonlardaki Değişimler
Depresyon sırasında oluşan temel hormonal değişim, böbreklerin hemen üzerindeki adrenal bezleri tarafından üretilen bir hormon olan kortizol düzeyindeki değişimlerdir. Beynin altındaki pitüiter bezi, kortizolün üretim hızını denetler. Tek kutuplu ya da çift kutuplu olan daha ciddi depresyonlarda, kortizol üretimi çok fazladır. Kortizoldeki bu artışa, daha çok pitüiter bezinin salgısını denetleyen ve beynin bir parçası olan hipotalamus'daki değişimin neden olduğu düşünülmektedir.depresyon sırasında diğer hormonlarda etkilenebilir. Örneğin, bazı çalışmalar, gelişim hormonunun salgılanması için pitüiter bezini uyaran çeşitli ilaçların, aynı zamanda belli depresyonları da hafifletici etkisi olduğunu göstermiştir. Depresyon sırasında, uyku, iştah, cinsel dürtü ve duygu durumu gibi işlevleri düzenleyen beyin bölgelerinde, özellikle noradrenalin ve hidroksitriptamin gibi nörotransmitör sistemlerinin etkinliğinde azalma olduğu düşünülmektedir. Nörotransmitörlerin azalması, sinir hücreleri arasındaki iletişimi de azaltır ve depresyonun tipik belirtilerine neden olur. Yüksek kan basıncını düşürmek için önerilen ‘reserpin' gibi ilaçların aynı zamanda beyindeki nörotransmitörleri de azaltarak, hastada depresyona yol açması bunun bir kanıtıdır.
depresyonların fiziksel boyutu
Depresyonun fiziksel belirtileri de psikolojik belirtileri kadar yoğun yaşanır. Depresyonda olan bir kişi için, bazen uykuya dalma sorun olurken bazen de gecenin ortasında uyanma ya da çok erken saatlerde uyanma gibi sorunlar olabilmektedir. Ender de olsa uyku süresinde artış da gözlenebilmektedir. İştahta azalma olduğunda, kilo kaybı; artma olduğunda da kilo artışı olabilir. Depresyondaki kişiler enerji kaybının yanı sıra bazen, ya kısmen ya da tümüyle cinsel ilgi kaybı yaşayabilirler.
Depresyondaki bir hasta fiziksel yakınmalarını şu şekilde dile getirmektedir : ‘Kendimi tükenmiş hissediyorum. Bir şey yapmak özel bir çaba gerektiriyor. Kendimi temiz tutmak bile özel bir çaba gerektiriyor. Kendimi sürüklemek zorundayım.'
Okul çağında iki çocuğu olan bir anne, çoğu zamanını yatakta geçirmekteydi. Durumunu şöyle anlatmıştı : ‘Kendimi yalnızca yatakta uyurken biraz iyi hissediyorum. Uyuyamıyorum ama yatıyorum. Çocukları okula göndermek için kendimi zorlayıp, tekrar yatağa dönüyorum. Onlar okuldan döndüklerinde kalkıyorum. Akşam yemeğinden sonra yine, doğru yatağa gidiyorum. Çok suçluluk duyuyorum. Ev ahır gibi. Çocukların yedikleri uyduruk şeyler. Onlarla konuşamıyorum bile.'
Bir kaç yıldan beri depresyon yaşayan bir muhasebeci de şöyle demişti : ‘Her şey çok çabuk oluyor. Yetişemiyorum. Bitkin bir biçimde, sabah dörtte kalkıyor ve bir daha uykuya dalamıyorum. Her şey kapkara ve anlamsız geliyor. Günü karşılamaktan korkuyorum. Aklıma gelen ilk düşünceler, işteki problemlerle ilgili. Bu durumla baş edemeyeceğim. İnsanların beni böyle görmesini istemiyorum. Sporu bıraktım. Artık arkadaşlarla bara da gitmiyorum. Karım kendisini sevmediğimi düşünüyor. Kimseye verecek bir şeyim yok. Ölüm benim için daha iyi olurdu.'
Depresyonların Düşünsel Boyutu
Depresyondaki kişinin kendi dünyası ve geleceği hakkındaki düşüncelerinde farklılıklar vardır. İşinin ustası bir ev kadını ya da başarılı bir iş adamı, kendisini "işe yaramaz", "yetersiz", ya da "başarısız" biri olarak görebilir. Aranan özelliklere sahip olmadığına inandığı için, benlik saygısı ve kendine olan güveni de kötü bir biçimde etkilenmiştir. Karar vermede güçlük çekmeye başlar. Geçmiş hataları ve kusurları üzerine takılıp, çeşitli suçlar ya da bağışlanamaz günahlar işlediğini düşünebilir. Dünyayı, "acıdan başka bir şey getirmeyen", "engelleyici", "hayal kırıklığına uğratıcı..." bir yer olarak algılar. Tüm acılarının ve eziyetlerinin sonsuza dek süreceği gibi bir beklentisi olduğu için, umutsuzluğa kapılır.
Durumunu değiştiremeyeceğine inandığı için, intiharı bile bir çözüm olarak görebilir. İntihar olasılığı depresif rahatsızlıklarda oldukça yüksektir. Bu olasılık, bazen yalnızca bir ölme isteği olarak kalırken, çoğunlukla da ciddi intihar girişimlerine dönüşebilir. İntihar düşüncelerine eşlik eden diğer düşünceler şöyle olabilir: "Ailem için bir baş belasıyım. Ölseydim daha kolay yaşarlardı...", ya da "Derdimi sona erdirecek tek yol ölmektir..." gibi. Bir çok intihar girişimi, bazılarının inandığı gibi "yalnızca bir yardım çağrısı" ya da "taşkın bir davranış" değildir. Bunlar, kişinin gerçekten ölmek istediği, ciddi intihar girişimleridir. İntiharlar ya da intihar girişimlerinin hepsinin, depresif rahatsızlıkla bağlantısının olmamasına karşın, depresyondaki umutsuzluk ve çaresizlik duygularının yoğunluğu nedeniyle, bu rahatsızlığı yaşayanlarda risk oldukça (30 kat daha fazla) yüksektir.
Depresyondayken bir çok sıkıntı yaşanabilir: Titiz bir ev hanımı ya da çalışkan bir işçi, kendisini yorgun hissederek işini yapamayabilir. Zevk aldığı pek çok şeye karşı ilgisini tümüyle yitirebilir. Daha önceleri arkadaş canlısı olan biri, arkadaşlarından kaçmak için karşı kaldırıma geçebilir, sosyal davetlerin tümünü reddedebilir. Böylece, yalnızlığı ve depresyonu gittikçe artan bir kısırdöngüye dönüşür. Kişi, sürekli bir endişe yaşar ve bu endişelere bağlı fiziksel belirtiler gösterir. Kalp atışları artar, aşırı terleme, mide bulantısı, titreme, ağız kuruluğu, ishal ya da kabızlık gibi belirtiler gösterebilir.
Düşüncelerde yavaşlama ve dağınıklaşma, dikkatinde zayıflama oluşabilir. Okumak, hatta konuşmak bile zor gelebilir. Bu nedenle, bu sıkıntıyı çeken kişi için herhangi bir girimde bulunmak çok zordur. Hatta kişi, kendisinin zihinsel bir sorunu olduğunu bile düşünebilir
Depresyonların Duygusal Boyutları
Depresyon konusu içinde insanın psikolojik ve fiziksel işlevlerinin tümünü etkileyen pek çok belirti incelenmektedir.
Depresyon, adı üstünde, aslında duygu durumundaki bir bozukluktur. Bu nedenle, "depresyon" yerine "duygusal rahatsızlık" terimi de sıklıkla kullanılmaktadır. Depresyonu yaşayan kişiler, en az iki hafta boyunca devam eden karamsarlık, iştahsızlık, sıkıntı ve keder duygularından yakınırlar. Bu duyguların gün boyu aynı yoğunlukta kalması beklenmez. Bazı kişiler, sabah bu şekilde kalkıp, akşamüstüne doğru kendilerini daha iyi hissedebilirler. Böyle bir değişme, genellikle depresyonun daha ciddi türlerinde görülür. Depresif duygu durumu bazen, çevreye karşı gösterilen bir tepki olarak ortaya çıkar.
Eğer bu sırada hoş bir olay olursa, örneğin, bir arkadaş ziyareti ya da televizyonda bir komedi filmi izlemek gibi, bu karamsarlık bir süre için ortadan kalkar. Bununla beraber, depresyondaki bazı kişilerin, gün boyu bu belirtilerden kurtulamadıkları da olur. Bu depresif duygu durumu, sıradan üzüntülerden bütünüyle farklı olarak tanımlanırken, "Başımın üstünde kara bir bulut..." ya da "Uyuşturan bir duygu..." gibi sözlerle anlatılır. Yaşanan duygulardaki farklılık nedeniyle bu kişiler depresyon terimini hiç kullanmazlar.
Onlara göre, bu duygular hepimizin gün içinde yaşadığı diğer duygu değişimlerinden oldukça farklıdır. Kuşkusuz depresyon sırasındaki üzüntü ve keder dışında, yaşanılan başka duygular da vardır. Örneğin bazı insanlar eskiye kıyasla daha sinirli ve endişeli olduklarını fark ederler.
Depresyonlarda Etkili Olan Kişilik Özellikleri şöyledir
-Kişinin çevresindekiler ondan o kadar çok şey beklemektedir ki ,kişinin bu beklentileri karşılaması olanaksızdır. Bu da zayıflık ve çaresizlik düşüncelerinin gelişip, depresyona gidişe yol açabilir.
-Kişinin küçüklüğünden itibaren sevip, saygı ve gurur duyacağı, ondan da destek ve sıcaklık göreceği, benzemek istediği, imrendiği, idealize ettiği düzeyde bir kişi (baba, anne, öğretmen ,akraba vs) yoktur. Bu da kişiliğin gelişimini olumsuz yönde etkiler ve kendine güven kaybı ve depresyona yol açabilir.
-Çocuklukta anne-baba ayrılığı ya da kaybı, stresli koşullar karşısında yeterli desteği bulamayıp, yanlış ya da yetersiz başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine, bu da ileri dönemde depresyona zemin hazırlayabilir.
- Sahip olunan kişilik yapıları da depresyon gelişiminde etkilidir. Obsesif-kompulsif ,bağımlı, histrionik ve sınırda (borderline) kişilik bozukluğu gösterenlerde depresyona eğilim daha yüksektir.
Stresle Mücadele Etmenin etkin Yöntemleri
Stresle mücadelede uygun olan yöntemler:
1. Belli aralıklarla nefes alıp verme yoluyla rahatlama.
2. Bir yere uzanarak baş kısmından başlayarak ayaklara kadar bölge bölge gevşeme.
3. Düzenli beslenme
4. Problem yaratan durumun nedenlerini araştırıp bulma ve ortadan kaldırma.
5. İnanç ve değerleri sınamayı öğrenme
6. Duygularını açık ve uygun bir şekilde paylaşma
7. Zamanı iyi kullanma
8. Sosyal destek alma
9. İletişim becerilerini güçlendirme
10.Problem çözme becerilerini güçlendirme
Bir insan olarak:
* Depresyona yol açacak eylemlerden uzak durun
* Aşırı rekabet düşkünü olmayın
* Her yaptığınız işte başarılı olmak zorunda değilsiniz
* Aceleci olmayın
* Saldırgan olmayın
* Her şeyin kontrolünü elinizde tutmaya uğraşmayın
* Kendinize güvenin
* Kendinizle barışık olun
Depresyona düşenlerin dikkat edeceği hususlar
Uzmana giderken yanınızda sizi iyi tanıyan bir yakınızı veya akrabanızı götürmeniz daha faydalı olacaktır.
Tedavi süresinin üç aydan altı aya kadar sürebileceğini unutmayınız. Eğer daha önce de depresyon geçirdi iseniz, bu durumda tekrarlamaları önlemek üzere koruyucu ve daha etkin bir tedavi planının uygulanacağını unutmayınız.
Depresyon tedavisinin ilaçla yürütüldüğü durumlarda, özellikle birden fazla ilacı bir arada kullanmanız gerektiğinde, tedavi süresince düzenli kullanmanız ve olası yan etkilerine katlanmanız gerektiğini unutmayınız. Farklı rahatsızlıklarınız için kullanmanız gereken ilaçlar olduğunda, bu durumda doktorunuz ile konuşmayı ihmal etmeyiniz.
|
Depresyonla ilgili öneriler
Bunlara ek olarak
Depresyondan kurtulmak için yapılacak ilk şey günlük faaliyetleri attırmaktır. İkinci adım, yapmak istediğiniz şeyleri kaydedip, bununla ilgili günlük planlar yapmaktır.
Düşünce biçimini gözden geçirmek önemlidir.
Olumsuz düşüncelerle mücadelede ilk adım, "nasıl düşündüğünüzü" ve bu düşüncelerin "duygularınızı nasıl etkilediğini" fark edebilmektir. Daha sonraki adım, daha gerçekçi ve alternatif düşünceler üretmeye çalışmaktır.
Olumsuz düşünceleri sorgulamayı öğrenmek önem taşır.
Eğer depresyonda iseniz
Günümüzde Depresyon Tedavisi
Günümüzde Depresyon tedavisi oldukça kolay hale gelmiştir. Bunun için iki yöntem kullanılmaktadır. Depresyon tedavisi duygular, düşünceler ve davranışlar üzerinde çalışmakla da olabilir, ilaç tedavisi ile de olabilir. Uygun olduğuna karar verilmesi için bir uzman (psikolog/psikiyatrist) tarafından değerlendirilmek yeterli olacaktır.
Depresyon Tedavisinde en önemli adım Uzman ile yüz yüze görüşmektir. Uzman, bilimsel ve ölçülebilir yöntemlerle sizi değerlendirecek ve en uygun tedaviyi size önerecektir.Bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermek için psikoterapiye ihtiyaç vardır. İlaç tedavisine de serotonin ve noradrenalin üzerinden etki yapan antidepresan dediğimiz ilaçlar kullanılır. Yine de ilaç tedavisinin hızlandırılabilmesi için psikoterapiye ihtiyaç vardır. Depresyonu oluşturan nedenlere yönelik olarak psikososyal stres faktörlerinin de ortadan kaldırılması süreç içerisinde iyileşmeyi hızlandıracaktır. Bu dönem içerisinde kişinin hayatını mevcut depresyonun ez az şekilde etkilemesi için, durumun bir psikolog tarafından değerlendirilmesi ve vakit geçirilmeden tedaviye başlanması önemli olabilmektedir.
Depresyon tedavisi ilerledikçe kişiler bu değişiklikleri fark edebilmekte ve bu değişiklikler bilimsel yöntemlerle ölçülebilmektedir. Depresyonun tanısı ve tedavisi tüm dünyada uzmanlar tarafından üzerinde çalışılan ve üzerinde fikir birliğine varılmış uygulamaların yer aldığı bir alandır.
depresyon ve cinsellik
benzer bir yazımız olan depresyon çeşitlerine buradan ulaşabilirsiniz.
doğum sonrası yaşanan depresyonlar
Hamilelik sürecinde ya da doğumdan sonra bir yıl içinde ortaya çıkan depresyona doğum sonrası depresyon (postpartum depresyon) denmektedir. Bu dönemde depresyon geçiren kadınların kesin sayısı bilinmemekle birlikte, konuyla ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar depresyonun, hamilelik sürecinde ve doğum sonrasında yaşanan önemli sorunlardan biri olduğunu belirtmektedirler. Hamilelik döneminde yaşanan bazı normal değişimler de benzer semptomları ortaya çıkardığı için depresyon tanısı bazen konamamakta ve tedavi edilememektedir. Yorgunluk, uyku problemleri, güçlü duygusal tepkiler ve kilo almak doğum öncesinde ve sonrasında yaşanabilen sorunlardır. Ancak bu semptomlar aynı zamanda depresyonun de belirtileri olabilir. |
Hamilelik döneminde kadınların depresyon geçirme ihtimalini artıran risk faktörleri şunlardır:, • Daha önce depresyon geçirmiş olmak ya da madde bağımlılığının olması • Ailede psikolojik rahatsızlığı olan bireylerin olması • Aileden ve arkadaşlardan destek alamama • Rahimle ilgili kaygılar • Daha önceki hamilelik dönemlerinde ya da doğumlar esnasında sorun yaşanması • Evliliğe ilişkin sorunlar ya da ekonomik problemler • Küçük yaşta doğum yapmak Doğum sonrasında kadınlardaki hormonal değişiklikler depresyonu tetikleyebilir. Hamilelik döneminde kadınlardaki östrojen ve progesterone hormonları artar. Bebeğin doğumundan sonraki ilk 24 saat içinde bu hormonlar hamilelik öncesindeki normal seviyelerine hızla düşer. Araştırmacılar, adet döneminde hormonlarda yaşanan küçük değişimlerin kadınların duygu durumlarını etkilediğine işaret ederek, doğum sonrasında yaşanan bu hızlı hormonal değişimin depresyonu tetikleyebileceğini. Ayrıca tiroid hormonu da doğum sonrasında düşebilmektedir. Tiroid düzeyinin düşük olması, depresif duygu durumu, her şeye karşı ilgisizlik, huzursuzluk, yorgunluk, konsantrasyon zorluğu, uyku sorunları ve kilo değişimi gibi depresyon semptomlarının ortaya çıkmasına neden olabilir. Basit bir ?>?>?>kan testinin yapılması ve doktorun reçete edeceği ilaçların kullanımı, tiroid düzeyine bağlı olan depresyon sorununu çözmeye yardımcı olacaktır. Doğum sonrası depresyona katkıda bulunan diğer faktörler de şunlardır: Doğum sonrasında yorgunluk hissetmek, uyku düzeninin bozulması, ve yeni annenin gücünü tekrar toparlayabilmek için ihtiyaç duyduğu dinlenmeden yoksun kalması Bebeğin bakımına ve iyi bir anne olmak için gerekli olduğu düşünülen becerilere sahip olunmadığına dair kaygılar İşteki ve evdeki düzende meydana gelen değişiklikler nedeniyle stres altında hissetmek. Bazen kadınlar, gerçekçi olmayan beklentiler geliştirerek kendilerinin mükemmel bir anne olmaları gerektiğini düşünürler. Bu da stres oluşturan bir faktördür. Kayıp duygusu. Bebek doğmadan önceki kimliğin kaybedildiğini, hamilelik öncesindeki beden yapısının kaybedildiğini ve daha az çekici olduğunu düşünmek Doğum sonrasında kadının kendisine ayırdığı zamanın azalması ve zamanı kontrol edemediğini düşünmek. Çok uzun süre boyunca ev içinde zaman geçirmek, partnerle ya da sevilen kişilerle baş başa geçirilen zamanın azalması Doğum Sonrası Üzüntü/Endişe ile Doğum Sonrası (Postpartum) Depresyon Aynı mıdır? Doğum sonrasında kadınların yaşadığı üzüntü ve endişe, doğumdan hemen sonraki günlerde ortaya çıkabilir ve normal bir süreci takip ederek birkaç gün ya da hafta içinde geçebilir. Yeni anne olan kadının duygu durumu ani değişimler. Bu dönemde kadınlarda üzüntü, iştah kaybı, uyku bozuklukları görülebilir, kendilerini kaygılı, huzursuz ve yalnız hissedebilirler. Bu semptomlar ağır olmayabilir ve tedaviye gerek olmayabilir. Ancak bu dönemde kendinizi daha iyi hissetmek için de bir şeyler yapabilirsiniz. Bebek uyuduğunda siz de uyuyabilirsiniz. Eşinizden, ailenizden ve arkadaşlarınızdan yardım talep edebilir, diğer yeni annelerle konuşabilirsiniz Doğum sonrası depresyon ise bebeğin doğumundan sonraki ilk yıl içinde ortaya çıkabilir. Bu durumda kadınlar, üzüntülü olma, enerjisiz hissetme, konsantre olmakta zorluk çekme, kaygılı olma, suçluluk ve kendini değersiz hissetmek gibi çeşitli semptomlar gösterebilirler. Doğum sonrası üzüntü/endişe ile depresyon arasındaki fark, doğum sonrası depresyonun kadının işlevselliğini uzun bir dönem boyunca etkilemesidir. Doğum sonrası depresyonun tedavi edilmesi gerekir. Psikoterapi ve ilaç tedavisi, doğum sonrası depresyon yaşayan kadınlara yardımcı olur. Bazı kadınlar, doğum sonrasında mutlu olmaları gerektiğini düşündükleri için yaşadıkları depresif durum nedeniyle suçluluk hissettikleri ve utanç duydukları için yaşadıkları sıkıntıları ifade edemezler. Kendilerinin uygun bir anne olmadıklarının düşünülmesinden endişe ederler. Doğum sonrası depresyon her kadının başına gelebilir. Bu, sizin iyi bir anne olmadığınız anlamına gelmez. Yaşadığınız sıkıntılara hem sizin hem de bebeğinizin maruz kalması şart değildir. Çünkü bu konuda yardım alabilir ve sorunlarınızı çözebilirsiniz. Doğum sonrasında depresyon geçirdiğinizi düşünüyorsanız ilk önce doktorunuzla konuşmalı ve depresyon tedavisinde uzman olan bir ruh sağlığı uzmanına başvurmalısınız. |